31 Temmuz 2008 Perşembe

Yiğit Bulut:"Bu ülkeyi biz bu hale getirdik!"

Bugün “milyonlar” bir tarafta, milyonlar “diğer tarafta” ise parti kapatmayı, “merkezin kaymasını”, başka bir Türkiye"nin oluşmasını konuşuyorsak, şunu çok iyi bilelim bu ülkeyi bizler bu hale getirdik, hep birlikte! Öyle bir ekonomik-sosyal yapı kurduk ve “bundan o kadar uzun süre” memnun olduk ki sistemin “dışladıklarının” nelere yol açabileceğini asla düşünmedik!

Peki sistem nasıl çalıştı ve kimleri dışladı? Detaya geçmeden gözlemlerimden birkaç tespit:

* Son 50 yılda özellikle 1980 sonrası “var olmayı diğerlerinden ayrı” olmak sananlar ülkeye hâkim oldu. Elde edilen yüksek faiz geliri ve krizlerin de etkisiyle ortaya “tepe” dedikleri bir zümre çıktı.

* Bunlar her alana girdiler. Haklarında “efendi” olduklarına kadar giden birçok teori üretildi. Siyasi partilerde, sanat, fikir, spor, eğlence dünyamızda hep onlar vardı. Onlar yönettiler, onlar algılattılar, diğerleri baktı.

* Bir kısmının hayatı magazin programlarına yansıdı. Özellikle dejenere olanların yaptıkları “renkli dergiler” haline getirilip, “70 milyonun özlediği” ve/veya “nefret ettiği” hayatlar olarak pazarlandı. “Taksim"e, Bağdat Caddesi"ne, Nişantaşı"na” yatırım yapılırken, varoşlar ihmal edildi. "En"lerin peşinde koşulurken “aşağıda” olanlar unutuldu. Birileri “merkez” oldu, diğerleri “dışlandı.” Dışlananlar “sisteme karşı” ideoloji geliştirenlerin eline düştü. Eğitildi, devşirildi, en önemlisi özledikleri “ait olma” duygusu verildi.

Sevgili dostlar, yukarıdaki tespitler sonrası şu soruyu soralım 1950"ler sonrası başlayan, 1980 sonrası özellikle ekonomik modelin değişmesi ile şiddetlenen ve 1994-2000 gibi algılamayı değiştiren finansal krizler ile doruğa çıkan süreç sonunda Türkiye"de ne oldu?

Hemen arz edeyim son dönemde gazetelere yansıyan ve her defasında “Aaa” dediğimiz olaylar yaşanmaya başlandı. Kimilerine göre Türkiye"nin merkezi kaydı, kimilerine göre irtica hortladı, kimilerine göre “zenci Türkler” iktidara geldi.

Sonuç 1: Yarattığımız “ekonomik-siyasi-sosyolojik” yapının ürettiği sonuç ortada. Bu noktada özellikle ekonomik ayağı sorgulamamız açısından şu soruya cevap aramamız gerekli AB modeli Türkiye için bir amaç, bir hedef ama acaba gerçek bir çıkış mı? Yukarıda tarif ettiğim “dışlanan-dışlayan” dinamiğini değiştirebilir mi?

Sonuç 2: Türkiye"deki siyasi ve ekonomik örgütlenme 1946 sonrası “merkez olanlar” ve “çevre halkalar” şeklinde oluşmaya başladı. 1980 sonrası “seçkinler” sınıfının yaratılması ile tepe noktasına ulaştı, 2000 sonrası ayrım derinleşti. Kimilerine göre bunun adı “burjuva devrimiydi”. İşte burjuva devrimi! İşte gelinen sonuç.

Sonuç 3: Bugün hâlâ Gümrük Birliği dahi “seçkinler” sınıfının imzası ile “büyük olanı koruyup”, “orta ve küçük olana” yaşam şansı tanımayacak şekilde işliyor. Ülkede yüzde 3"lük kesimin varlığı ile yüzde 97"ninki birbirine eşit ve gelir dağılımı G.Amerika"dan bile daha bozuk. “Elitler” ve “halk” diye sınıflar oluştu, en kötüsü birilerinin hayatı, diğerlerinin özlemi.

Son söz: Yukarıda tarif ettiğimiz yapı içinde Türkiye"de çok ciddi bir “irtica” tehlikesi oluştu ve yapı “sistem dışına itilenleri” avlayarak büyümeye devam ediyor. Bu noktada gerçek irtica tehlikesini tespit etmemiz açısından yapmamız gereken bir ayrım var Türkiye"nin belli bir bölümü aileden gelenek olarak başını örtüyor ve büyük bir bölümü MB Başkanı ataması sonrası “resim konularak” eleştirilmek istenen şekilde ayakkabılarını kapıda bırakıyor. Bazılarına göre “Bu kesim dahi tehlikeli”... Bu noktada bir tespit gözlerimizi daha iyi açarsak “Türkiye"nin tablosunu” daha net görebilir ve “kendi ortalama” vatandaşımızı daha iyi tanıyabiliriz.

Not: İçinde yaşadığımız “finansal tabanlı” genleşip küçülen, üretimin dışarı itildiği model, sağlıklı bir siyasal yapı ve sağlıklı bir sosyolojik dinamik üretemiyor. Bu noktada “Türkiye nereye gidiyor” diye sorgulayanlara tavsiyem ekonomik dengeleri ve bu yapı içinde sistem dışına itilip “zenci” olanları üreten çarkları analiz ederek işe başlayın...

İnternetteki Gazeteler Ne Kadar Haberci Olacak?

Haşmet Babaoğlu / VATAN

Gazetelerimizin internet sayfaları ve biz


Geçenlerde bir gün... Bizim gazetenin internet sayfasını açmış bakıyorum.

O da ne!

“Flaş transfer: Fatih Tekke Beşiktaş’ta” yazıyor.

Allah Alah, benim bildiğim böyle bir şey yok! Neyse ki tam karşımda Spor Servisi Müdürümüz İbrahim (Seten) var. Ona soruyorum.

Hiç duraksamadan “Söz konusu bile değil” diyor! Zaten bizim spor sayfalarımızda böyle bir haber yer almıyor. İbrahim sansasyonel ve yalan habere hiçbir zaman yüz vermez, bilirim.

Ama her ihtimale karşı kendi kaynaklarını arıyor İbrahim böyle bir transferin Beşiktaş’ta konu dahi edilmediğine dair bilgisini tazeliyor.

İyi de bu haber bizim gazetenin internet sayfasında “flaş”lanıp duruyor!

Sonra başka gazetelerin internet sayfalarına bakıyorum. Nerdeyse hepsinde aynı haber.

Belli ki okunur, tıklanır, reyting yapar diye her gazetenin internet sayfası bir kaynaktan aldığı bu garip haberi sayfasına taşıyıvermiş...


***


Bu olayın üzerinden 4-5 gün geçti.

Dün baktım, internet sayfamızda Tekke’nin Beşiktaş’a transfer haberi yer almayı sürdürüyordu üstelik hemen yanında aynı futbolcunun Fenerbahçe’yle takas edileceği haberi duruyordu.

Bunu neden yazıyorum.

Kimseyi eleştirmek için değil!

Bizim gazetenin ve başka gazetelerin internet sayfalarını yapan ve yöneten arkadaşların emeğini ve başarısını küçümsemek gibi bir niyetim de yok!

Ama artık bir durum saptaması yapmanın zamanı geldi!

Gazetelerin geleceği internette!

Bu kesin!

Ama internetteki gazeteler nasıl olacak ne kadar güvenilir, ne kadar ciddi, ne kadar haberci olacak? İşte orası karışık!

Çünkü internette gazete sayfası yapmak tıpkı televizyonda program yapmak gibi bir reyting tuzağının içine düşmek anlamına geliyor.

Hatta internetin ölçülebilirlik katsayısı ve özellikleri televizyonla kıyaslanamayacak kadar fazla.

O halde ne yapacağız?

İnternette “tıklanma” şehvetine kapılmadan gazete yapmak mümkün mü?

Külahımızı önümüze koyup bütün bunları düşünmemiz gerekiyor. Yoksa okura çok yazık olacak!


***


New York Times 5 yıl sonra sadece internette yayınlanacak!

Ancak şunu biliyoruz ki, internetteki NYT de tıpkı basılı NYT gibi olacak. Ciddi, ağırbaşlı, prestijli ve haberci!

Peki bizim gazeteler için aynı durum söz konusu olabilir mi?

Şimdilik bu sorunun cevabı olumsuz!

Hangi gazetemizin internet sitesini açarsanız açın, “günün en çok okunanları” listesinde kolay kolay ciddi bir haber ve yoruma rastlayamazsınız.

Pespaye magazin, beş para etmez polemikler ve gerçek olduğu kuşkulu sansasyonel haberler dolduruyor bu listeyi.

Bir örnek daha vereyim. Geçen ay kimi büyük gazetelerimizin internet sayfaları Batı kaynaklı bir fotoğraf dizisini yayınlayarak büyük reyting yaptı. Günlerce sayfalarında kaldı o fotoğraflar.

Neydi o fotoğraflar? Sarhoş genç kızların sersefil görüntüleri!


***


Şimdi soruyorum.

İnternet güzel, internet harika!

Hepsi bir yana kendimden örnek vereyim: Epeydir yalnız gazeteleri değil, kitapları bile internetten okumaya başladım.

O yüzden internet sayfalarının reklam alım gücünün artmasından büyük keyif alıyorum.

Ama bir yandan da endişeleniyorum geleceğin internet gazeteciliği böyle mi olacak diye...

En rezil merakları kışkırtmaya yönelik haberler sırf çok “tıklanıyor” diye doğru haberciliği ve sağduyulu yorumculuğu ezip geçecek mi?

Yavşakların sayısı çoğalacak, okurlarına cidden farklı şeyler anlatmaya çalışanlar yavaş yavaş ortadan yok mu olacak?

Eğer öyleyse, vah bu gazeteciliğin ve gazetelerin geleceğine!